A. Giriş
Anonim şirketlerde ortakların hak ve yükümlülükleri 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (“TTK”) düzenlenmiş olup ortakların asli borcu şirkete koymayı taahhüt ettikleri sermayenin ifasıdır. Tek borç ilkesi olarak da ifade edilen bu durum, anonim ortaklıklarda ortakların şirkete karşı tek borcunun taahhüt etmiş oldukları sermaye koyma borcunun yerine getirilmesi olduğunu ve kural olarak ortakların kişisel malvarlıkları ile şirketin borçlarından sorumlu olmadığını ifade etmektedir.
Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu ise bu çerçevenin ötesinde olup kamu borçlarına ilişkin yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu daha kapsamlı şekilde düzenlenmiştir. Yönetim kurulu üyeleri, şirketin malvarlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen kamu borçları bakımından, tüm malvarlıklarıyla birlikte sorumludur. Yönetim kurulu üyesinin kamu borçlarından sorumlu olması için şirkette pay sahibi olması ise gerekmemektedir.
Yönetim kurulunun kamu borçlarından sorumluluğu temel olarak, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun (“VUK”) 10. maddesinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un (“6183 sayılı Kanun”) mükerrer 35. maddesinde ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (“5510 sayılı Kanun”) 88. maddesinde düzenlenmiştir.
B. Asıl Amme Borçlusundan Tahsil Edilemeyen Vergi Borçları
VUK m. 10 hükmü gereğince, tüzel kişinin vergi sorumlusu olması halinde, vergi sorumluluğundan doğan yükümlülükleri şirketin kanuni temsilcisi tarafından yerine getirilecektir. Söz konusu hükmün ikinci fıkrasında ise ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı hüküm altına alınmıştır. Bu doğrultuda yönetim kurulunun sorumluluğuna gidilebilmesi için vergi alacağının asıl borçlu şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilememiş olması ve verginin ödenmemesinde yönetim kurulunun kusurlu olması yani vergi yükümlülüklerinden kaynaklanan sorumlulukların yerine getirilmemiş olması gerekmektedir.
Danıştay 4. Dairesi’nin 28.03.2023 tarihli, 2020/1904 Esas ve 2023/1752 Karar sayılı ilamında, asıl borçlu şirketin vergi borçlarından dolayı asıl borçlu şirket hakkında yeterli malvarlığı araştırması yapılmadığı ve vergi alacağının asıl amme borçlusu tarafından tamamen veya kısmen tahsil edilip edilemeyeceğinin incelenmediği gerekçeleriyle temyize konu istinaf ilamının bozulmasına şu şekilde karar vermiştir:
*“… davacı adına 09/02/2016 tarihinde düzenlenen ödeme emrinden sonra 16/02/2016 tarihinde asıl borçlu şirketin davalı idareye olan 20.399.408,62 TL tutarındaki vergi borçlarından dolayı, … ruhsat numaralı özel hastane açılış ruhsatı ile … tarih … sayılı özel hastane faaliyet izin belgelerine haciz konulduğu ve bu ruhsat ile faaliyet izin belgesinin paraya çevrilebilir bir değer olduğu dikkate alındığında, asıl borçlu şirket hakkında malvarlığı araştırmasının yeterince yapılıp yapılmadığı, amme alacağının asıl amme borçlusundan tamamen veya kısmen tahsilinin mümkün olup olmadığı yönünden tam olarak incelenmediği görüldüğünden, bu yönden değerlendirilme yapılmak suretiyle yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir… BOZULMASINA”*
Ayrıca yönetim kurulu üyelerinin vergi borçlarından sorumluluğu, yönetim kurulunun görevde olduğu “dönem süresi” ile sınırlıdır. Nitekim Danıştay 3. Dairesi’nin 05/06/2023 tarihli, 2022/1609 Esas ve 2023/2324 Karar sayılı ilamında; kanuni temsilcinin görevine başladığı tarihten önceki dönemlere ilişkin vergi borçlarından sorumlu tutulmasının mümkün olmayacağı ifade edilmiştir. Yine aynı doğrultuda, Danıştay 4. Dairesi’nin 15/09/2022 tarihli, 2021/5680 Esas ve 2022/4723 Karar sayılı ilamında, kanuni temsilcinin kanuni ödevlerini yerine getirmemesi halinde, görevde bulunduğu dönem için sorumlu olacağı hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan vergi borcunun yönetim kurulu üyesinden tahsil edilmesi halinde, VUK m. 10/2 gereğince, şirketin ödenmeyen vergi borçlarını şahsi malvarlığından ödeyen yönetim kurulu üyesi, ödemiş olduğu vergi borcunu asıl mükellef olan şirketten rücu edebilme imkanına da sahiptir.
VUK m. 114 hükmünde zamanaşımı süreleri düzenlenmiş ve 5 yıllık bir zamanaşımı süresi öngörülmüştür. VUK m. 114 hükmü şu şekildedir; “Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak 5 yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar.”
C. Vergi Borcu Dışında Kalan Amme Alacakları
Şirketin yönetim kurulu üyelerinin vergi borcu dışında doğan kamu borçlarından sorumluluğu ise 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinde şu şekilde hüküm altına alınmıştır: “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin malvarlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenlerin şahsi malvarlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.”
Bu hüküm uyarınca, şirketten kısmen veya tamamen tahsil edilemeyen vergi borcu dışında doğan kamu borçlarından, yönetim kurulu üyeleri şahsi malvarlıkları ile sorumlu tutulmaktadır. Hükümde geçen “…kısmen veya tamamen tahsil edilemeyen…” ifadesi ile kanuni temsilcinin sorumluluğundan bahsedilebilmesi için öncelikli olarak asıl borçlu şirkete başvurulması ancak asıl borçlu şirketten amme alacağının tahsil edilememesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Bu doğrultuda kanuni temsilci sıfatıyla yasal takip işlemlerine başlanabilmesi ve ödeme emri tanzim edilebilmesi için; amme alacağının doğduğu dönemde kanuni temsilci olunması, şirket tüzel kişiliği hakkında tüm takip işlemlerinin usule uygun olarak tamamlanması ve bunun sonucunda amme alacağının şirket tüzel kişiliğinden tahsilinin kısmen veya tamamen imkânsız hale gelmesi, ayrıca uyuşmazlık konusu amme alacağının zamanaşımına uğramamış olması gerektiğini belirtmek mümkündür.
Öte yandan 6183 sayılı Kanun’un 102. maddesinde tahsil zamanaşımı düzenlenmiş olup, bu düzenlemeye göre; amme alacağı, vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğramaktadır.
D. 5510 sayılı Kanun Bakımından Sorumluluk
5510 sayılı Kanun'un yürürlük tarihi ile ilgili 108/1-c maddesinde, Kanun'un 88. maddesinin 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiş olup, bu tarihten sonra tahakkuk eden prim borçları hakkında 5510 sayılı Kanunun 88/20 maddesi ile “Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur” şeklinde düzenlenme getirilmiştir.
Yapılan bu düzenleme ile yönetim kurulu üyelerinin primlerin ödenmesinden işveren ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla bu düzenlemenin 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinde öngörülen sorumluluktan farkı, yönetim kurulunun şirketin yanında asli olarak sorumlu tutulacak olmasıdır. Başka bir ifadeyle, kurum tarafından ödenmeyen prim borcunun öncelikli olarak şirketten tahsil edilmeye çalışılması gerekmeksizin doğrudan yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna da gidilebilecektir.
5510 sayılı Kanun’un 88/20 maddesinde; açıkça, haklı sebepler olmaksızın deyimine de ver verilmiştir. Yönetim kurulu üyeleri tarafından primlerin ödenememesi haklı bir neden sonucu ise, prim borcundan ötürü şahsen sorumlu tutulamazlar. Diğer bir anlatımla şirketin prim borcundan müteselsilen sorumlu olan yönetim kurulu üyeleri, borcun haklı nedenle ödenemediği savunmasında bulunabilir ve haklı nedenin varlığı halinde, prim borcundan dolayı kuruma karşı işverenle birlikte müteselsilen sorumlu tutulamaz. Haklı nedenlerin neler olduğu konusunda ise 5510 sayılı Kanun’da açık bir hüküm bulunmamaktadır. Hangi hallerin haklı sebep teşkil ettiği, her bir davadaki özel koşullar ile hukuki ve maddi olayların özelliklerine göre mahkemece belirlenecektir.
Danıştay 5. Dairesi’nin 15.12.2021 tarihli, 2018/1061 Esas ve 2021/4569 Karar ilamı uyarınca, haklı bir sebep olmaksızın vadesi içerisinde ödenmeyen prim borçlarından yönetim kurulunun tüzel kişiyle müşterek ve müteselsil olarak sorumlu olduğu şu şekilde ifade edilmiştir:
“Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile müştereken ve müteselsilen sorumludur.”
Ayrıca, 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesi ile 6183 sayılı Kanun’daki zamanaşımı süresinden vazgeçilmiş ve özel bir düzenleme getirilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesinde; “Kurumun prim ve diğer alacakları ödeme süresinin dolduğu tarihi takip eden takvim yılı başından başlayarak 10 yıllık zamanaşımına tâbidir.” ifadesine yer verilmiştir.
Zamanaşımına ilişkin 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesi ile 10 yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüş olup bu durum hem VUK hem de 6183 sayılı Kanun’da belirlenen zamanaşımı süresinden farklılık göstermektedir.
E. Sonuç
Sonuç olarak, yönetim kurulunun asıl amme borçlusu şirketten tahsil edilemeyen kamu alacaklarından sorumluluğu, düzenlendiği mevzuat bakımından farklı esaslar arz etmektedir. Yönetim kurulunun kamu borçlarından sorumluluğunun, VUK m. 10 veya 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesi hükümlerinden doğmuş olması halinde öncelikli olarak asıl borçlu şirkete gidilmiş ancak borcun tahsil edilememiş olması gerekirken, 5510 sayılı Kanun m. 88/20 hükmünden doğmuş olması halinde ise yönetim kurulu üyeleri şirket ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmuştur. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’dan doğan kamu borçlarının, asıl borçlu şirketten tahsil edilip edilmemesine bakılmaksızın yönetim kurulu üyelerinden tahsiline gidilebileceği kabul edilmiştir. Öte yandan VUK ve 6183 sayılı Kanun hükümlerinde 5 yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüş iken 5510 sayılı Kanun’da 10 yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüş olduğunu da belirtmek isteriz.